A Journey Down The Well – Funeral Album
13 Mart, 2007
The Modern Way iftiharla sunar;
İki İsveçli ve bir Türk müzisyenden oluşan A Journey Down The Well’in albümü nihayet tamamlandı. Kolay kategorize edilemeyecek bir müzikleri var ama onlar da yaptıkları müziğin mantık olarak “post-rock” olduğunu düşünüyor. Tamamlanan albümlerini kendi blogları http://ajourneydownthewell.blogspot.com’ dan görücüye çıkartan grup, bu sıralar müziklerini mümkün olduğu kadar geniş bir dinleyiciye ulaştırmanın peşinde. Blogun Music/Downloads bölümünden indirilebilen albümün oluşum süreci hakkında biraz bilgi verelim.
Yaz sıcağı Antalya’yı kavurmakta iken, bir grup insan kavurucu sıcaklardan korunmak için çareyi gündüzleri uyumakta ve geceleri dışarıda gezmekte bulur. 2006 yazı, yine öyle bir akşamda cover çalan bir mekanda, Martin Bjelfvenstam, Anna Erneman ve Taner Torun tesadüfen tanışır. Martin tam bir müzik meraklısıdır. O senede tatil için Türkiye’yi seçmesindeki temel hedef Türk müziğini incelemektir. Ama bu konuda epeyce bir hayal kırıklığına uğrar. Çünkü birlikte kayıt yapmak istedikleri müzisyenler onun bu teklifine gülmekte ya da yüklü paralar talep etmektedir. The Modern Way blog’un uzun zamandır yazarı olan Taner de o sıralar yeni müzikal arayışlar içindedir ve farklı şeyler denemek istemektedir. Ertesi günkü randevu gayet olumlu geçer. Birlikte müzik adına farklı şeyler denemeye karar verirler. Boş bir eve enstrümanlar ve basit bir kayıt düzeneği kurulur. “Hadi A Silver Mt. Zion’a benzeyen bişeyler yapalım derken ortaya “A Prayer That Opens The Gates” ve “Why Do We Meet At Funerals” gibi şarkılar çıkar. Ortaya çıkan sonuç her üçünü de şaşırtmıştır. Öylesine bir hedef olmaksızın, yalnızca kendi bilgisayarlarında kalması için yaptıkları bu kayıtlardan aldıkları sonuç, beklentilerinin de üstündedir. Bu projeyi sürekli bir gruba çevirme kararı alırlar. Kimi zaman Anna ve Martin tuşlular ve yaylılar üzerinde çalışırken, diğer bir odada Taner ses efektleri üretmekte ve bazı partisyonlardan yeni sesler türetmektedir. Bu şekilde kısa zamanda şarkılar üretilir ve Martin- Anna İsveç’e döner. Kalan süre zarfında trio, inernet üzerinden haberleşerek kayıtlarını birbirine paslar ve kalan şarkıları tamamlar. Blog yazarlarımızdan Berk Çakmakçı da “Everybody Has Gone” isimli şarkıda marifetlerini konuşturarak, gruba destek olur. Uzunca bir mixing, editing sürecinin ardından albüm hazırdır.
Sonuç olarak The Funeral Albüm, hüzünlü biraz da karanlık bir atmosferde ilerleyerek, cenaze temasını işliyor. Albümdeki tüm şarkılar kaybedilen arkadaşlara bir ağıt niteliğinde. Kimi zaman birilerini kaybetmenin verdiği yalnızlık duygusu, kimi zaman da bu durumu kabullenememe gibi duygular öne çıkarken, gerilerden puslu bir hüzün her daim kendini belli ediyor. Albüm kapağını ise Mor ve Ötesi'nin Büyük Düşler albümünün iç kapak resmini hazırlayan Erkin Gören yapmış. Bu albümü yukarıdaki linklerden edinmenizi ve mümkün olduğu kadar çok arkadaşınıza duyurmanızı şiddetle tavsiye ederiz.
Albümü indirmek için tıklayın
A Journey Down The Well
Posted by nóiway 22:25
Birkere bizim bir Replikas, Dandanadan olma iddiamız yok. Bu grubları severim, sayarım, dinlerim. Dahası ismini saymayı unuttuğunuz In Between, DDR, Kırık Çizgi gibi grupların elemanlarından
müziğimizle ilgili güzel yorumlar aldık.
Myspace'imizde dünyanın çeşitli yerlerinden gurupların yazdığı övgü
dolu cümleleride okumanız mümkün. Dünya'nın dört bir yanından aldığımız mesajlarda bizi sevindirmeye yetiyor.
Kişisel meselelerinizi bir grubu karalamak için malzeme olarak kullanmamanızı, Birşey hakkında yorum yapmadan önce onu iyice bir dinlemenizi, anlamaya çalışmanızı türdeşi gruplar ne yapıyor bir incelemenizi, lo-fi diye bir şey olduğunu, her grubun albümünün illaki süper teknolojik cihazlarla ve yüksek bütçelerle yapılmadığını öğrenmenizi dilerim.
Umarım, yazının koyulmasının hemen akabinde yazdığınız bu yorumu yapabilmeniz için, albümü önceden edinmiş ve fikir sahibi olacak kadar dinlemiştirsiniz.
Kedi uzanamadığı ciğeri kötülermiş....
"kötü müzik" tanımlamam sadece beni bağlar, kimse için de hiç bir değeri olmasın bu tanımlamanın. ama (asıl derdim) şu blog'u takip edenler ve blog'un yazarları İSTANBUL SAHNESİ adı altında yer alan diğer gruplarla A Journey Down The Well’i müzikal olarak, önem olarak, İstanbul sahnesini temsil edebilecek bir yeterlilik olarak aynı düzeyde göremezler, görmemeliler. görmüyorlar da; sadece blog'un yazarı oldukları için oraya koyuyorlar ve blogger'ın arkadaşı oldukları için orada yer almasından duydukları şaşkınlığı gizliyorlar. belki ben çok abartıyorum, ne yapayım, siteyi seviyor ve İstanbul'daki alternatif müzik sahnesi için önemli bir dinamik olarak görüyordum. ama şu anda bir "indie Kutlu Özmakinacı" skandalı yaşandığını düşünüyorum. tekrar etmeden de duramıyorum: çok ayıp.
Blog içersinde her türlü müzisyene/gruba lafın yok da, kendi memleketinden birisinin çabaları mı seni gerdi? Takdir edersin ki önüne konan her yemeği yemek zorunda olmadığın gibi her grubu dinlemen/sevmen de gerekmiyor. İlla 'müthiş seçiçiliğine' ters geliyorsa, boş geç, olsun bitsin...
Ben sevdim, fazlasıyla sevdim... Hangi atmosferde boğldum, hangi dehlizlere kapıldım benim bileceğim iş. Yakında kendi yerimde detaylara girerim...
3-4 mesaj atacak kadar gerilmiş olman da ayrı bir paradi örneği. İster misin, bu grup daha çok beğenilsin, sevilsin, el üstünde tutulsun da sen iyice kendinden geç, müşaade altına alın? Belli olmaz, belki de seni bekleyen zor günler vardır...
çünkü; iyi şarkı, başarılı aranjman, melodi, enstümancılık, kaliteli kayıt gibi ögelerle kendi çapımda değerlendirdiğim "iyi müzik-kötü müzik" dışında daha beynelmilel standartları olan ve bir grubu bir şehrin müzik sahnesinin en başarılı grupları arasına sokacak olan başarı, tanınmışlık, bir takipçi kitlesi, verilen konserler, duruş, vizyon gibi dinamikler vardır. herneyse. konu bu değildi ama anlaşılmadı, ne yapalım.
ilerde görüşeceğim, tanışacağım, konuşacağım insanlar zaten; belki de buraya yazmayıp kendileriyle yüzyüze konuşmalıydım ama tutamadım kendimi. benim gibi düşünenin hiç çıkmamasına da şaşırdım açıkçası (öhöm). indie kalın.
Yaptığı dandik ötesi albümden dolayı hunharca eleştirilen -kendi şakşakçı medyası (bkz:nme) hariç- gruplardan biri de Kaiser Chiefs... Ne kadar şımarık, ne kadar snopp olursa olsun Ricky Wilson gibi bi adam bile çıkıpta "Hadi kardeşim! Daha iyisini yapabiliyosan seni görelim." gibi salak ötesi beyanatlar vermiyo. vermemeli. vermeyelim. lütfen. çok salak bişey.. eğer bir iş yapılıp "buyrun" diye önümüze seriliyosa, övgüye olduğu kadar, olumsuz eleştirilere de açık olunmalı...
Ha bide paradi'nin ne olduğu konusunda bizi "kendi yerinde" aydınlatırsan sevindirik olucam. (bkz: parodi)
açıkçası albümü dinlemedim, dinlemeyi de düşünmüyorum çünkü proje fikir olarak bile sıkıcı ötesi geliyor bana ancak, takdir edersin ki dünyanın her yerinde, her türlü medya organı kendine yakın gördüğü şeyi yüceltir... biraz önce yukarda verdiğim kaiser chiefs örneğindeki gibi bazı kısım medyalardan 2/10 alan bi albüme nme hiç utanmadan sıkılmadan 9/10 olarak verebiliyorsa daha neyi sorguluyoruz ki?! istanbul sahnesi olayına gelince... "ars longa" gibi sıradan ötesi bi ekşilimon grubu ve portecho gibi, replikas gibi bence dünya standartlarında projeler aynı konseptte değerlendirebiliniyorsa daha başka ne söylenebilir ki !?
meydanda karnaval varmış, oraya giderdim yerinde olsam. Burada ona buna bok atmaktan daha eğlenceli olurdu