anasayfa | blog hakkında | yazarlar



Manderlay

Lars Von Trier, yalnızca bir yönetmen değil, apayrı bir ruh halidir. Bu nedenle Trier ve sineması izleyenlerinde apayrı bir ruh hali yaratır. Sinemanın gelir geçer kurallarına meydan okuyarak, bir çığır açan dogmacıların en tanınanıdır. Trier, Amerikan üçlermesinin ikincisi Manderlay ile meydan okumayı sürdürüyor.

Serinin ilk filmi Dogville’de Trier izleyicisine daha dolaylı yollardan mesajını verir, anlayanına tabii. Karakterlere ve onların isimlerine sembolik anlamlar yükler. Dogville Amerika’nın küçük bir modelidir. Grace, Amerikan rüyasına ve her şeyin bir gün iyi olacağına inanan sağduyunun ete kemiğe bürünmüş halidir. Özgürlük Anıtı’nın Kidman ile perdede hayat bulmuş halidir adeta.“Grace’i, tüm dünyaya Amerikan yaşam tarzını kabul ettirmeye çalışan günümüz ABD’sine benzetmek çok kolay. Aynı zamanda Grace’in benim yarattığım bütün ana karakterler gibi olduğuna dikkat çekmek de yerinde olur. Grace herkes için hep en iyisini istiyor, ama her şey cehennemi bir hal alıyor.” diyor Trier usta. İlk film daha kapalı metoforlar sunar izleyiciye. Dogville’e girer girmez Grace’i Mosses (Musa) isimli köpek karşılar. ABD-İsrail ilişkileri ironik bir dille yerilir. Yönetmen, öyle bir denklem kurar ki filmde, bir gün ezilen insanlar güç sahibi olup ABD’yi haritadan silerse dünya daha güzel bir yer olur mu?” sorusunu sorar izleyicisine. Grace’in tam olarak yaptığı budur. Güç sahibi olup, ezenleri yok etmek. Bunu da nefret ettiği şiddeti bir silah olarak kullanarak yapar. Film bittiğinde kimse Dogville’i ateşe verdiği için Grace’e kızmaz. Dogville’in onsuz dünyanın daha güzel bir yer olacağına ikna olmuşuzdur. Genel geçer “Political Correctness” kaslarımız felce uğrar ve inandığımız değerleri tekrar sorgularız.

Yönetmen, Amerikan Rüyası taşlamasına Manderlay ile devam ediyor. Manderlay, onsuz dünyanın daha güzel bir yer olacağı ikinci yerdir. Grace ve onun (mafya) babası, Dogville kasabasından güneye doğru yola çıktıklarında takvimler 1933 yılını gösterir. Tesadüfen, Alabama eyaletinde, Manderlay adında bir çiftlik köyünde dururlar. Grace, kapısı zincirli bu köyün içinde, kölelik tam yetmiş yıl önce kaldırılmamış gibi yaşayan beyaz sahipler ve zenci kölelerle karşılaşır. Babası, başkalarının işine karışmamasını tavsiye etse de Grace, kendi gibilerin elinde eziyet çeken kölelere bir vicdan borcu olduğunu düşünür ve bu kasabayı özgürleştirerek ilk hasatlarına kadar burada kalmaya karar verir. Yönetmen bu sefer daha direkt anlatımlarla, ABD’nin tüm dünyaya zorla, silahla, ite kaka da olsa demokrasi(?) getirme anlayışını taşlar. Aynı zamanda demokrasinin her şeyin ilacı olarak sunulmasını da. Kasabanın, halk oyu ile belirlenen saati nedeniyle Grace, tekrar ona dönmek istese de babasını kaçırır. Bir kere daha seyircinin beynine kocaman soru işaretleri kazımıştır Trier. 2+2 her zaman dört etmediğini anlatmaya çalışır kamerasıyla. Zaten Tarih, onun yüzünü kara çıkarmaz. Filmin vizyona giriş tarihine yakın bir zamanda Fransa’da ortaya çıkan zenci ayaklanmasının izlerini buluruz filinde. Ustaya tekrar kulak verelim: “Irk politikaları göz önüne alındığında filmimin alışıldık normlar dışında algılanmasını bekliyorum. Eğer birilerini kışkırtıyorsam, bana göre hava hoş. Boş provokasyonlar pek işe yaramaz, ama bir kışkırtmayla bir sürü ağır tepki alırsan hedefi on ikiden vurdun demektir.” –Lars von Trier

Posted by lostgardens 18:15

1 Comment:

  1. nóiway said...
    ben de filmi dün akşam izleme şansına eriştim ve gayet mutluyum..anlatılmak istenenler o kadar güsel anlatılmış ve herşey yerli yerine zamanla o kadar güsel oturmuş ki..grace'in yapmak istediklerini silah zoruyla gerçekleştirmeye çalışması ve zamanla kendini tam da yaşlı büyükanne'nin tahtına oturmuş, neredeyse o tozlu kitabın bütün kanunlarının aslında hepsinin iyiliği için yazılmış olduğunu kabullenir bi halde bulması..demokratik bi yöntemle belirlenen saatin azizliğiyle babasını karşılamakta gecikmesi ve babası gelip gizlice içeriyi izlediğinde aynen manderlay'e varışlarındaki manzaraya geri dönülmüş olduğunu farketmesi..grace'e yazdığı mektuptaki cümle "yeni bir sayfa derken tam olarak neden bahsettiğini bana daha sonra açıklarsın umarım"..

    filmde herşey gayet güzel olsa da grace rolünde dogville'deki gibi nicole kidman'ı görmek daha hoş olurdu kanısındayım ben..

    trier'in sinemasına ilgi duyan veya denemek isteyen herkese tavsiye edilir..

Post a Comment