anasayfa | blog hakkında | yazarlar



kafabindünya!


Müziğin kalıplarının olmadığını Türkiye’ye anlatmaya çalışan Replikas’tan sonra genç post-rock grubu Kafabindünya ile yine keyifli bir söyleşi yaptık. Gruba gitar ve çello ile güç veren Onur Balaban, gitarist Burç Tuncer ve görsellerle grubu destekleyen Gökçe Erverdi sorularımızı yanıtladı. Hep birlikte keyifle yaptığımız röportaj, Türkiye’de farklı tatların da var olduğunu ve çok da lezzetli olabildiklerini bizlere gösterdi.

Kafabindünya’nın başlangıç ve gelişiminden başlayalım. Grup nasıl kuruldu, bugünlere gelişi nasıl oldu?

Burç Tuncer (BT): Kafabindünya ilk başta bir proje olarak başladı. Sadece böyle abuk sabuk şeyler yapmak için kurulmuştu. Çok da ciddi bir şey değildi, hani neler yapabileceğimizi görmek için bir denemeydi sadece. Ev kayıtlarından "Öcü" adındaki demo çıktı. Onun da maksadı birkaç kişinin haberi olsun bakalım nasıl tepkiler alacağız onu görmek içindi. Ondan sonra zaten uzun bir süre pasif kaldı, yeni bir aktivite olmadı. 2005’e girerken bambaşka bir kadro ve bambaşka bir müzikle yeniden aktif oldu. Farklı bir hedef ve bizi daha tatmin eden bir formatta yeniden oluştu.
Onur Balaban (OB): Aslında bize gelen soru hep bu. 2001’den 2005’e kadar yaptıklarımız çok ayrı. Bir sürü isim değişikliği ve arada tek tük konserler var. Yani başka bir grup gibi aslında. Ama 2005’te yeni bir dönem başladı ve şu ana kadar da devam ediyor. Gene temmuza kadar isim değişiklikleri oldu ama en sonunda bunu sabitleyip artık yapmak istediklerimize doğru daha ciddi bir şekilde ilerlememiz gerekiyor. Yani sabit kadromuz bu diyebiliriz artık.

Peki şu ana kadar Kafabindünya’ya katılan ve ayrılan insanların kafabindünya müziğine etkileri nelerdi?

OB: Kafabindünya’ya ilk başta Burç tek başına başladı. Farklı bir şeyler yapmak istiyorum dedi. Burç’un yanına birkaç insan daha geldi ve başka bir şeyler çıktı ortaya. Ondan sonra biz geldik ve bizimle birlikte çok daha farklı şeyler yapmaya başladık. Herkes üst üste bir şeyler koydukça müzik de farklı açılımlara gitti. Son geldiğimiz nokta da şu anki nokta oldu. Herkesin belirli bir katkısı oldu. En azından yapmak istediklerimizi, istemediklerimizi görüp bizi sınırlama içerisine sokabildi. Çok alakasız şeyler de yaptığımız oldu. Mesela bundan beş sene önceki parçaları çalmayı bırakın dinlemeyiz bile belki de. Ama bunlar bize tecrübe oldu. O insanlarla onları yaptık, olmadı başka insanlarla başka şeyler yaptık ve doğruyu bulduk diyebiliriz.
BT: Birçok abuk sabuk enstrüman da katıldı zamanında müziğimize. Güzel şeyler de yakalanmıştı zamanında ama ne olmalı, ne olmamalı bunu da anladık kendi içimizde. Sonuçta o arkadaşların bizimle çalması hiç de olumsuz bir durum değildi. Gayet de keyifliydi ve asıl kimliği bulmamızda çok yararlıydı.

Türkiye’de bu müziği icra etmek zor. İstanbul görece daha iyi bir müzikal ortam sağlasa da siz nelerin eksikliğini hissediyorsunuz?

OB: Açıkçası zor ama birazcık da şanslı hissediyorum ben bu konuda kendimizi. 98’lerden başlayan uzun bir döneme bakarsak, o zamandan bu zamana çok büyük farklar var. En azından Peyote gibi sabit çalabileceğimiz bir mekâna sahibiz. Bu çok önemli bir şey.
BT: Sürekli konser verebiliyor olmak büyük bir avantaj.
Gökçe Erverdi (GE): Bir de dinleyici de değişiyor artık. Bugün burada olanlar iki sene önce hakikaten akla gelecek şeyler değildi.
OB: İnternet’in nimetleri burada belli oluyor. İnternet’te insanlar çok çabuk farklı şeylere adapte olabiliyor ve mekânlar da değişime uyum sağladığı sürece güzel şeyler oluyor. Çok uzunca bir süredir cover gruplarıyla çalışan barlar şimdi kendi müziğini yapan gruplara yer vermeye başladı. Ama halen birçok yerde eski işletmecilik mantığı söz konusu. Müzisyen olarak hâlâ o sorunları yaşıyoruz yani.

Müzikal altyapılarınız, eğitimleriniz neler? Müzikal eğitimin sizce önemi nedir?

OB: Ben konservatuar mezunuyum. İstanbul Üniversitesi’nde okudum. Eğitimim bittikten sonra çok alakasız bir şekilde iktisat okumaya karar verdim. Aslında çok büyük bir hata yaptım ama umarım bitecek bu sene. Müzikal eğitim almamın bazı şeyleri çok daha çabuk kavramamı sağladığını düşünüyorum. Devamlı notalarla iç içe yaşamak güzel. Eğitimin müzikteki önemi tartışılmaz ama bazı şeyleri yapmak için eğitimden önemli faktörler de var. Hissederek üretmek ve yetenek ile birlikte teknik eğitim anca işe yarayabiliyor.
GE: Benim müzikal eğitimim hiç yok. Deneme yanılma kurcalama yöntemiyle biraz gelişti sanki. Ama notalarla iç içe olsaydım çok daha iyi olabilirdi. Bazen zorlandığım oluyor yani.
BT: Aşağı yukarı ben de on senedir gitarla uğraşıyorum. Temel her şeyi ağabeyimden öğrendim sayılır. Onun haricinde armoni, ses bilgisi, frekans gibi teknik bilgileri de insanlara danışa danışa çözdük. Eğitim bence önemli. Eğitim almış çok farklı işler yapan insanlar var ama eğitim almadan da başarılı olan insanlar da var.

Peki beste yaparken nasıl bir süreç izliyorsunuz?

OB: Onun belirli bir kalıbı yok aslında. Beste yapalım diye oturmuş da değiliz hiçbir zaman. Genelde çok alakasız zamanlarda çok güzel şeyler çıkartabiliyoruz. Birçok kez de kaydetmediğimiz için kaybettiğimiz oluyor bu yeni fikirleri. Evde otururken bile aklımızda oluşan melodileri kaydedip birbirimize gönderdiğimiz ve bu şekilde beste oluşturduğumuz dahi oluyor.

Birlikte çalışırken çok daha yaratıcı oluyorsunuzdur ama herhalde?

OB: Birlikte çalışırken tabii çok daha yaratıcı oluyoruz çünkü beş kişilik kalabalık bir ekip sürekli farklı şeyler üretiyor ve çalışma alanımız çok genişliyor.

Kafabindünya’nın sağı, solu, önü, arkası. İstanbul’da birlikte olmaktan mutluluk duyduğu gruplar kimler? Peyote gruplarının nasıl bir ortamı var kendi aralarında?

OB: Ortak olarak sevdiğimiz gruplar; Ayyuka, DANdadaDAN, In Between, Grangulez, DDR. Peyote’de çıkan grupların çoğunu beğeniyoruz seyrederken. Herkes birbirini tanıdığı için buradaki gruplar da bir aile gibi. Herkes birbirinin yardımıyla bir şeyler yapıyor.
BT: Buradaki gruplar birbirini ayırt etmez. Herkes elinden geldiği kadar yardımcı olur diğer gruplara. Arkadaşlık ortamı çok güzel yani.

Replikas’ı nasıl görüyor bu genç Türk grupları? Sizlere destekleri çok fazla. DANdadaDAN’ın albümünü de birlikte kaydetmişler.

OB: Replikas’ın bize çok büyük emekleri oldu. İlk çıktığımızda sudan çıkmış balık gibiydik, ne yapacağımızı da bilmiyorduk. Bize öncelikle yol göstericilik görevi üstlendiler. Biz umutsuzlukla ne yapacağız, nerede çalacağız diye düşünürken, bize Peyote’yi gösterdiler. Eski davulcumuzun parmağı kırıldı, Replikas’tan Orçun’u gruba dahil ettik. Kayıtlarımızla uğraşıyorlar, problemlerimizde her zaman yardımcı oluyorlar. Bunun dışında çok iyi arkadaşlıklarımız var onlarla ve bundan da çok mutluyuz yani.
BT: Biz Balans’ta ilk konserimizi verdiğimizde 19 Ocak 2005’te ki grubun doğum günü sayıyoruz o günü, o zamanki şarkılardan da biraz kuşkuluyduk. Acaba fazla mı ters, fazla mı garip şarkılar derken Replikas cesaret verdi bize. Yaptığınız doğru, iyi gidiyorsunuz, böyle şeyler yapmak lazım dediler ve birazcık rahatladık tabii onların konuşmasıyla. Yoksa bugün çaldığımız genele göre daha garip şarkılar hiç var olmayabilirdi.
OB: Çok sıkıştığımız, vazgeçmeyi düşündüğümüz zamanlarda arkamızda durdular.

DANdadaDAN’ın yeni çıkan albümünü nasıl buldunuz?

OB: Biz DANdadaDAN’ın canlı performanslarını çok seviyoruz zaten. Bence onlar albümden ziyade, konserlerde çok daha iyiler. Güzel bir albüm oldu ve üzerinde çok uğraşıldı. Umarım albüm onlara güzel şeyler getirir.
BT: Hatta ben onları en çok Peyote’de seviyorum. Daha kirli ses olunca daha çok hoşuma gidiyor.
OB: Bir de Peyote’nin güzel bir havası var. Peyote’de çalan gruplar başka yerlerde çaldıklarında muhtemelen çok rahat edemiyorlar. Biz Mogwai konserinde mesela burada çaldığımız kadar rahat değildik.

Mogwai konserinde çalmak gayet önemli bir gelişmeydi sizin için.

OB: Evet önemli. Mogwai Türkiye’ye getirildiğinde bu kadar grup arasından Kafabindünya düşünülüyorsa tabii ki çok önemli bizim için. Bu en azından bizim belirli bir yere ulaştığımız ve iyi bir şeyler yapıyor olduğumuzu gösteriyor. Sonuçta maalesef bu ülkede hâlâ işler etiketle yürüyor. Albüm olması büyük bir etiket. Bu sebeple bize teklif geldiğinde çok sevindik öncelikle ve çok gururlandık tabii ki. Böyle bir şeyi bize sunmaları önemliydi. İkincisi Mogwai ile çalmak çok keyifliydi. Gerçi konserden önce pek görüşemedik, kendileri Galatasaray maçındaydılar. Phonem büyük bir organizasyondu ve biz de böyle bir organizasyonda neler yapabileceğimizi gördük ve gösterdik insanlara. Ufak tefek aksaklıklar yaşadık ama bu da vakitsizlikten kaynaklandı. Bazı aksaklıklar çıktı ve biz kısa bir soundcheck yapmak zorunda kaldık. Ama gene de o konserin başarılı bir konser olduğunu söyleyebilirim.
BT: Bir de şu açıdan iyi oldu. Mogwai konserine gelen kitle zaten bu müziği kabullenen, seven bir kitleydi. İki seneden beri ulaşmak istediğimiz kitleye belki de bir gecede ulaştık.
GE: İşte böyle bir avantajı oldu o gecenin. Bu insanlara ulaşmış olmak güzeldi.

Bugüne kadar sizi etkileyen müzisyenleri, şarkıları sorsak?

OB: Bizim bu tarz müziği yapmaya başlamamız Mono konserinden sonra oldu. Biz çok etkilendik o konserden. Ana neden o ama işin içine girip biraz araştırmaya başlayınca çok daha farklı isimlere ulaştık. Kendi adıma söyleyebileceğim, benim çok etkilendiğim Sigur Ros var. Onun dışında ben ciddi bir Pink Floyd dinleyicisiyim. Post rock, indie rock, deneysel grupların bir çoğunu dinliyorum ben.
BT: Benim de kişisel olarak etkilendiğim Mono vardır. Onun dışında çok farklı şeyler de olabilir. Oceansize’dan da etkileniyorum ama Ratatat’ın masum melodileri de bir şeyler yaratıyordur kafamda illa ki.
GE: Ben Kafabindünya’ya başladıktan sonra Mono, Mogwai dinlemeye başladım ama şu an en çok dinlediklerim onlar. The Beatles dinlerim sürekli.

Ben aslında çok eskilerden beri dinlediklerinizi sormuştuk ama.

OB: O zaman Slayer’a, Nirvana’ya kadar gider. Ben Anthrax dinliyordum bundan on sene önce. Sonra bir Pearl Jam dönemi geçti. Sonra bir Radiohead dönemi. Pink Floyd başından beri vardı zaten. Bundan on sene önce yaptığımız işlere bakınca hep farklı işler yaptığımızı görüyoruz. Beş sene önce Burç davul çalıyordu, bir grunge grubu vardı Sleeping Vaccines adında. Benim de o ayarda Oldskin adlı grubum vardı. Biz aslında rakiptik.

Peki son dönemdeki gruplardan, müzik akımlarından hoşlandıklarınız ya da hoşlanmadıklarınız?

OB: Son dönemde en sık, nadir duyulmuş, İnternet’te keşfettiğim, çoğu zaman albümü olmayan grupları dinlemeye çalışıyorum. Ya da yeni çıkan gruplara bakıyorum Ratatat gibi. Wolfmother var. Bu aralar çok fazla İsveçli gruplara sarmış durumdayım, September Malevolence. O kuzey ülkelerine bayağı bir yoğunlaştım ben.
BT: Ben aslında çok da güncel bir şeyler dinlemiyorum galiba ama son dönemler Don Caballero, Hella gibi biraz daha sapık şeylere taktım sanırım.
GE: Ben çok araştırmıyorum galiba bu dönem. Yani Beatles’a devam. Squarepusher dinliyorum, Aphex Twin dinliyorum. Blonde Redhead’e de taktım son zamanlar. Yani o kadar çok araştırmadığım bir dönemdeyim.

Dünyada müziğin gidişatı?

OB: Aslında çok büyük bir değişim var. 90’lara ve 2000’lere baktığımızda artık olay daha bireyselleşti. Plak şirketlerinin elinden çıktı artık eskisi gibi kazanamıyorlar. Eskisi gibi de grupları lanse edemiyorlar çünkü MySpace diye bir olay var ki eline mikrofon alıp kaydeden herkes yüzlerce kişiye ulaşabiliyor. Ben bunu yapmak istiyorum deyip yapan ve kendisine bir kitle oluşturan birçok insan var ve artık tarz olayı kalmadı bence dünyada. Eskiden metal grupları, rock grupları, pop grupları diye bir ayrım yapabiliyordunuz ama artık herkes birbiriyle çok fazla etkileşim içine girebiliyor. Bundan dolayı da yeni ve orijinal tarzlar doğabiliyor.
BT: MTV tabanlı bir ana akım sürekli oluyor. Bir zamanlar hardcore’du, sonra Placebo gibileri oldu, şimdi emo falan ama o ana akımı takip edenler kadar alternatif yollardan gidenler de var.
OB: Aslında bu söylemler bazen problem yaratıyor. Biz popülerleşen gruplara karşı değiliz. Asıl olay şu ki; belirli şeyler çıkıyor ama arkasından özgünlük gelemiyor. Mesela Franz Ferdinand çıkıyor, popülerlik kazandıktan sonra küçük Franz Ferdinand’lar çıkıyor ve bunlar sanki çok büyük bir işmiş gibi gösteriliyor. Biz ondan rahatsız oluyoruz çünkü onlar sunulurken yanında birçok grup da eziliyor ve kayboluyor.

Peki Kafabindünya’ya geri dönersek, albüm çıkartmak sizin için çok büyük bir amaç mı? Sizi seven insanlarla sürekli buluşmak, onlara şarkılar çalmak da yeterince mutlu bir durum olmalı.

OB: Albümümüzün çıkması uğruna çok büyük mücadeleler veren bir grup değiliz. Albümün çıkmasını isteriz çünkü yaptığımız işleri daha fazla kişiye ulaştırma şansımız olabilir. Sonuçta plak şirketinin desteği, reklamla birçok kişiye ulaşma konusunda etkili. Ama biz bu halimizden de çok memnunuz çünkü çok rahat bir ortamdayız. Çaldığımız yere gelen insan Kafabindünya’yı seyretmek için geliyor. Yani albüm olursa iyi olur. Türkiye’de bu tarz piyasaya aykırı müzikleri kabul ettirmek, albüm çıkarmak çok zor. Onun için de bizler plak şirketlerinin kapılarını dolaşan insanlar değiliz. Ama bir teklif gelirse de değerlendiririz.
BT: Babylon’da çalmak iyi olurdu yani çünkü Babylon’da çalmak için albüm lazım mesela.
GE: Albüm çıkarmak güzel bir şey tabii ki de şu an öncelikli olarak albüm çıkarmak gibi bir durum yok. Ama kayıt çalışmalarımız da var, elde kayıt bulunsun maksatlı.
BT: Bir de biz yeni şarkılar yarattığımızda direkt bunu sahnede konserimize gelen insanlara çalabiliyoruz. Albüm olduğunda albüm sayesinde bizi izlemeye gelen insanların beklentileri de albümdeki parçalar üzerine olabilir. Ben de Türkiye’ye gelen yabancı bir grup albümde olmayan yeni bir parçalarını çaldığında bir an afallarım. Ama bizimki ucu açık bir müzik olduğu için bizim seyircimiz çok da yadırgamaz diye düşünüyorum.

Albüm konusunda bir gelişme var mı?

OB: Albüm konusunda bir gelişme yok ama Replikas’ın desteğiyle kayıtlara başladık. Şu an Ayyuka’nın albüm kaydı da var, onunla da uğraşıyoruz. Birkaç teklif de geldi aslında, Amerika’dan yerel bir şirket 3.000 baskılık bir teklif sundu. Kötü bir teklif değil aslında ama biz daha iyi, daha ciddi bir şey yapmak istiyoruz. Elimizdeki kayıtlar ev kaydı çünkü. Pedallara bile terlikle basıyoruz mesela. O nedenle bir stüdyo ortamı olsun, pedallara ayakkabıyla basalım istiyoruz yani. Elde edeceğimiz sonucu da bilmiyoruz ama uğraşıyoruz. Ve iyi bir teklif gelirse onu düşünürüz.

Kafabindünya’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz o zaman?

OB: Çok fazla geleceğimizi düşünmüyoruz. Belki bir albümümüz de olmayabilir ama biz yine bir yerlerde müzik yapıyor olacağız.
GE: Şu anki durumumuz da iyi gidiyor, bu durumdan da memnunuz. Mogwai konseri mesela. Bu sene bayağı bir aşama kaydettik sanki. İyi gidiyoruz ve böyle gidecek gibi.
OB: Biz bir sene önce Burç’la neler yapabileceğimizi konuştuğumuzda aslında hiçbir şey bulamamıştık. Muhtemelen kaybolabilirdik de. Ama Peyote çıktı, Peyote bizi Mogwai’ye götürdü. Bundan sonra nereye gideceğimizi de bilemiyoruz. Çünkü hiç beklemediğimiz gelişmeler olabiliyor. Enstrümantal bir müziğin bu kadar rağbet görebileceğini çok da düşünmüyorduk. Ama seyircimizin biz çalarken bizimle aynı duyguları paylaşabildiğini görünce çok hoşumuza gidiyor.

Albümünüz olmadan Mogwai alt grubu olmak gayet başarılı aslında.

OB: Evet, bu birazcık da yapılan etkinliğin ciddiye alındığını gösteriyor. Phonem gerçekten kapsamlı bir festival. Çıkan gruplar da iyi bir araştırmanın sonucu. Bunun tam tersi çok kötü festivaller de oluyor. Aslında bu doğal, Türkiye’de müziğe yapılan destekler yatırımlar çok kısıtlı. Bu nedenle festivallerde herkes daha çok izleyici toplamanın peşinde. Belirli bir tarz üzerine festivallerden ziyade karman çorman festivaller yapılıyor. Bu nedenle yurt dışında çok büyük isimler yapan bir çok grubu getiremiyorlar. Mesela Radiohead Türkiye’ye gelemiyor. Çünkü bunu kaldırabilecek bir festival yok.

Son olarak dinleyicilerinize ve potansiyel dinleyicilerinize ne söylemek istersiniz?

BT: Bence denemekten korkmasınlar. En fazla bir linke tıklayıp bize ulaşabilecekler, beğenmezlerse de kapatacaklar. Keşfetmeyi denemeliler. Keşfetmek güzel bir şey.
OB: Çok yavaş gelişen bir süreç olsa da Türkiye’de bir şeyler değişiyor. İnsanlar artık müzik konusunda saklı kalan duygularını ortaya koyabiliyorlar. Ve bunu yapmaya başladıkça kıramadığımız kalıpları kırabileceğiz. Plak şirketleri önceden burun kıvırdığı grupların belki de peşinden koşmaya başlayacak. Onun için denemek çok önemli. Sahne alabilme imkânları da çoğalıyor. Artık birçok yer bu tarz gruplara yer vermeye başlıyor. İnternet’ten de tek bir şarkını yükleyerek inanılmaz sayıda insana ulaşabiliyorsun. Kendi dinleyicilerimize de şunu söyleyebilirim ki web sitemiz 1 Aralık’ta açılıyor. Ayrıca herkesi 2 Aralık Cumartesi günü Peyote’ye, 6 Aralık’ta Studio Live’a bekliyoruz.


İşteGenç.com.tr'de yayınlanan röportajımızdır.

Posted by nóiway 00:16

4 Comments:

  1. Adsız said...
    Aslında post rock denilince ilk akla gelen kafabindünya olduğu için franz ferdinand ve türevleri için söyledikleri çok doğru. Hastasınım kafabindünya'nın. Godspeed'e de basarlar o da ayrı bir konu. Bir de Explosions in the sky'ın son albümlerinde kafabindünya'dan samplelar kullanıldığı gelen duyumlar arasında.
    Adsız said...
    kabafindünyayı çok seviyom ben. çok deliler çılgınlar ve rakınrollar. siz süpersiniz bütün konserlerinizi en ön sıradan izliyom. bence türk fantazi müziğinin kralı sizsiniz. en sevdğim şarkıcılar arasında kabafindünya. bir siz bir de haluk levent. tek geçerim...
    Adsız said...
    işte post rak bu.
    Adsız said...
    bir grubu sevip sevmemek kişiye özel tabii de, çocukluk yapmanın gereği yokmuş.

Post a Comment