anasayfa | blog hakkında | yazarlar



İlk İzlenimler...


The Strokes ile tanışmam Spider-Man filminin soundtrackinde bulunan muhteşem When It Started şarkısı ile olmuştu. O şarkıyı ilk duyduğumda şaşırmıştım. "Bu ne ya?" demiştim, "Nası bişey bu!"... Soundtrackte Nickelback'ten tutun gereksiz ve sığ tüm alternatif grupları mevcuttu. The Strokes resmen parlıyodu aralarında. When It Started'ı duyduğum anda vurulmuştum zaten. Kayıttaki o naiflik, gitar tonlarındaki sıcaklık, telsizden geliyomuş gibi çıkan vokal... Evet, o andan itibaren bir Strokes hayranıydım. Daha sonra 1 sene gecikmeli olarak Is This It? albümünü edindim. Is This It? ile ilgili yorum yapmama gerek yok diye düşünüyorum :) Albümü bir kere dinlemiş olanların bile muhteşemliğini hemen anlamış olduklarını düşünüyorum. (yine yorumsuz bırakamadım.) 2003te çıkan Room On Fire'ı çıkıtığı gün almıştım. Yaklaşık 1 ay boyunca başka hiç bir cd ye el sürmeden Room On Fire dinlemiştim. İnanılmazdı gerçekten. Hala en sevdiğim albümlerdendir. Tarzları çok değişmemiş olsa da yeni yollara girmekten de kaçınmamışlardı. Özellikle Under Control ve reggae havası sezilen You Talk Way Too Much farklı şarkılardı. 2003 bitti, 2004 bitti... 3.albüm beklentileri iyice yükseldi. Çoğunluk, The Strokes'un 3.albümleri için bir tarz değişikliğine gitmeleri gerektiği kanısındaydı. Daha sonra 2005in sonlarına geldiğimizde yeni albümden çıkcak olan ilk single, Juicebox, normalde piyasaya sürülmesi planlanan tarihten aylar önce internete düştü. Şarkıyı ilk dinlediğimde korsanların gazabına uğradım yine diye düşündüm. Bu şarkıyı Strokes yapmış olamazdı! Neredeyse saldırgan baslar, BAS BAS bağıran ve sesi gayet net çıkan bir Julian... Fakat bu şarkı gerçekten bi Strokes şarkısıydı. Alışmak biraz zor oldu benim için. En başta saydığım özelliklere vurulmuş olan tüm Strokes hayranları için de zor olmuştur eminim. Ancak şarkı sindirildikten sonra sevilebilen bi şarkı. Bu nedenle "first impression"lar yanıltıcı olabilir, kaçınmak lazım. Daha sonra yeni albümden şarkılar teker teker döküldü internete. Korkunç bi olay aslında bu. Grup açısından da, dinleyiciler açısından da. Çünkü benim en büyük isteğim, hiç bir şarkıyı daha önceden duymamış olarak ilk kez albümle birlikte dinlemekti. Tabiki bu gerçekleşemedi (teşekkürler berrak). *Biraz fastforward yapıyorum buraları. Sıkmış olabilirim :)* Ve 3 Ocak 2006! Albümü o sırada amerikada bulunduğum için çıktığı gün alabildim. Room On Fire da olduğu gibi aralıksız dinlemekteyim. Artık yorum yapabilecek kadar dinlediğimi düşünüyorum. Bir kere en başta söylemek istiyorum: The Strokes değişti. Kına yakabilirsiniz bi tarafınıza. Kötü bir değişim değil bu kesinlikle. Ancak alışmak zaman alıyor. Albüm, The Strokes'un bugüne kadar yaptığı en güzel şarkılardan biri olan You Live Only Once ile açılıyor. Room On Fire şarkılarını andıran yapısı ile hemen bir Oh dedirtiyor dinleyiciye. Uzun zamandır görmediğiniz bir dostunuzla buluşmuşsunuz hissine kapılıyorsunuz. Önceki albümleri hatırlıyorsunuz, onları dinlerken neler düşündüğünüzü hatırlıyorsunuz, o zamanlar neler yaşadığınızı hatırlıyorsunuz. İçinizi bir sıcaklık kaplıyor. Yüzünüze bir gülümseme geliyor. Kısaca, bildiğimiz The Strokes işte :). Daha sonra Juicebox geliyor. Bence ilk single olarak seçilmesi yerinde olmuş. Çünkü gerçekten alışılmadık bir Strokes şarkısı. Ardından Heart In A Cage geliyo. Nick herzamanki gibi gitarını konuşturmuş bu şarkıda. Fakat albüm geneline baktığımızda biraz zayıf kalıyor kanımca. Sonra gelen Razorblade için bir tek şey söyleyebilirim: yeni bir Strokes klasiği. Çok sıcak ve oynak bir havası var şarkının. 5. şarkı, On The Other Side, yine reggae etkili güzel bir şarkı. Albümünün en güçlülerinden. Özellikle gitarlar çok güzel. Daha sonra gelen Vision Of Division bir ilk görüşte aşk vakası. İçerdiği enerji ve boğaz yırttıran nakaratı ile tam bir konser şarkısı. "How long must i wait?" diye bağırmaya başlamanız an meselesi. 7. şarkı olan Ask Me Anything Strokes'un şu ana kadar ortaya koyduğu en deneysel çalışma. Bas yok, bateri yok, gitar yok. E ne var o zaman? Mellotron var. Klavyemsi bi alet bu mellotron. Nickin çaldığı mellotron ve Julian'ın vokalinden oluşmakta şarkı. "I've got nothing to say. I've got nothing to give. Got no reason to live." diyor Julian. Çok güzel, dokunan bir şarkı. Ondan sonra gelen Electricityscape (isimden karizma akıyo zaten:) favorilerimden biri. Özellikle "Change your mind tonite. You belong to the city now and you're closer now, I know, 'You belong to the radio...'" kısmı ile beni benden aldı. Yine bir Strokes klasiği. 9.şarkı Killing Lies yine sakin, genel Strokes kalitesinin korunduğu bi şarkı. Davul ve bas uyumu çok güzel. Sonra Fear Of Sleep geliyo. "You're no fun!" diye kıçını yırtıyo Julian nakaratta, siz de onunla birlikte. 11. şarkı olan 15 Minutes ortalama bir şarkı. Çok iz bıraktığını söyleyemicem. Fakat ardından gelen Ize Of The World (isme takılmayın, amerikan tikiliği yapmamışlar merak etmeyin. Sözleri dinlediğinizde ne kadar zeki bir hareket yaptıklarını farkediyosunuz. New Wave etkileri var bu şarkıda. Albümün en iyilerinden. 13.şarkı, Evening Sun, benim, Strokes'un en sevdiğim hallerinden birinde kaydettiği bir şarkı. Bu ne demek şimdi? :) Şöyle söyliyim, dinlerken, Erenköy'de odamda oturmama rağmen beni New York sokaklarına ışınayabiliyo. Albümün kapanışını Red Light yapıyo. Yine Room On Fire şarkılarını andıran hareketli bir şarkı. Benim albümde en çok sevdiklerimden biri. "Oh the sky's not the limit and you're never gonna guess what is..." diyerek bitiriyorlar albümü. Heyecan verici!
Albümü bir kaç kez dinlediğinizde, grup üyelerinin içine işlemiş olan şehir bunalımını ve üzerlerindeki rock'n'roll kurtarıcıları olarak lanse edilmenin verdiği korkunç yükten ne kadar sıkıldıklarını çok iyi hissediyorsunuz. Fakat Strokes bu kadar soruna karşı kendi sonunu hazırlamıyor. Çok iyi bir üçüncü albüm çıkarıyor ve gelecek vaadettiklerini tekrar hatırlatıyorlar. Farkındaysanız yazı boyunca müzik kritiklerinin görüşlerinden hiç bahsetmedim. Çünkü gerçekten bazen çok boş konuşabiliyolar ve bunun hiç bir değeri olmuyor. Yermek ve kötülemek çok kolay. Anlamak ve takdir etmek ise emek ister. Yaşadığımız dönemin en önemli rock gruplarından birini bu kadar kolay silip atmak doğru diil kesinlikle. Bana sorarsanız saçma sapan yorumlara kulak asmayın ve First Impressions Of Earth'ü bi kere dinleyin. Hatta bi kere daha, ondan sonra bi kere daha, daha sonra yine...

Posted by HIRT 10:28

0 Comments:

Post a Comment